Toprak kurudu. Yağmuru bekliyor. İnen ise tufan sanki. Manevi dünyamız rahmet yağmurlarına hasret. Sevgiye, anlayışa, vefaya, muhabbete hasret. Ormanlar içine girecek yolcuya dikenle karşılık veriyor sanki. Hak dostu haykırıyordu hasta yatağında: "Öldüğüm gün, benim tabutumu omuzlar üzerinde gördüğünüz zaman, bende bu cihanın derdi var sanma. Bana ağlama. Yazık, yazık. Vah vah deme. Şeytanın tuzağına düşersen vah vahın sırası o vakittir. Yazık, yazık o zaman denir."
'GECE BİR İHTİYAR GÖRDÜM'
"Dün gece rüyamda aşk mahallesinde bir ihtiyar gördüm. Bizim tarafa gel diye bana eliyle işaret etti..."
Vefatından kısa bir süre önce böyle diyordu Hz. Mevlânâ. Bütün evrene "aşk" gözüyle bakabilen bir insan ancak Allah'a vuslata erince aşk sözcükleri terennüm edebilir. Büyüklerin ölüme hazırlanışı da özgül ağırlıklarınca büyük olurmuş: "Artık yetişir. Bir şeylerden bahsetme. Çünkü ben kendimde değilim!" Doğruydu. Hayatın son, ölümün ise ilk basamağında olan kendinde olmaz ki. Kendindeyse, o olamaz ki!
Aslında bütün çevresi onun yıllardır manevi bir sarhoşluk hâlinde olduğunun farkındaydı. İslam kültürünün doğru bilincinin verdiği farkındalığın ölüm sonrası güven hâli bütün varlığını çepeçevre kuşatmıştı. Gittiğinin farkındaydı. Nasıl karşılanacağını tahmin ediyordu. Rabb'iyle iyiydi. Çünkü O'na hiç ihanet etmemişti. İşte şu anda da bütün acılar dünyanın kendisine vurabileceği son darbelerdir. Daha ötesinde ne vardı ki! Daha ona kim ne yapabilirdi ki! Bu sükûtu ve sükûnu unutmuş yürek, kapısını aralayan oğluna sesleniyordu:
"Git. Başını yastığına koy. Beni yalnız bırak. Geceleri dolaşıp duran yanmış yakılmış bu hastadan vazgeç. Biz geceleri yapayalnız, sabahlara kadar sevda dalgaları arasında çırpınıp dururuz. Biz gam köşesinde gözyaşları dökerek inlemekteyiz."
SEVGİ VE AŞK HÂKİM OLSUN
Bu yazıma Kuran'dan ve Hz. Peygamber'den (SAV) sevgi ve aşk derleyen Hz. Mevlânâ'nın çağrısıyla girmek istedim. Bu iki duyguya ne kadar muhtacız bugün. Dünyanın tümüne sevgi ve aşk duyguları hâkim olsun dilerim önümüzdeki zamanlarda. Kinin, nefretin, egoizmin, bencilliğin, şehvetperestliğin ve bilumum manevi kirlerin tümünün üstesinden gelebilecek tek iksir bu iki duygudur. Mevlânâ bu iksiri bulmuştu.
Bazımız Hz. Peygamber'e (SAV) bakarken yetim ve öksüz olan Abdullah'ın oğlunu gördük. Bazımız Uhud'da dişi kırılan yaralı Resul'ü gördük. Bazımız hunharca sırtına yüklenmiş deve derisini gördük. Bazımız sadece görmek istediğimizi gördük. Bazımız bunların hiçbirini görmedik. Bazımız ise hiçbir şey göremedik.
Mevlânâ çoğumuzun göremediğini gördü ve gördüğü anda da haykırmaya başladı: "Hz. Peygamber'in yolundan gitmek için aşk gerekir." (Dîvân-ı Kebîr, c. 4, s. 278). "Onu anlamak için cehaleti, düşmanlığı ve kini bırakmak gerekir." (Mesnevî, c.1, s. 315).
Biri dedi ki: "Niçin minarelerde yalnız Tanrı'ya sena etmeyip Hz. Muhammed'i (SAV) de anıyorlar?" Cevaben şöyle dendi: "Muhammed (SAV), Tanrı'nın senası (övgüsü) değil miydi sanki." (Fîhi Mâ Fîh, s. 346).
HER MÜMİNİN DEFTERİ VAR
Hz. Mevlânâ burada da durmuyordu. Bir derdi olan deve bulmak zorunda değildi. Onun derdi ruhunun derdiydi. Bunun farkındaydı. Onun en büyük derdi ise Sevgili Peygamber'iydi. Bunun farkındaydı. Yürekten Hz. Peygamber'in sözünü naklediyordu: "Ben size bir defter getirdim. Nur'un defteri. Bu deftere bakanın gönlü nurlanır." (Mesnevî, c. 4, s. 44). Hz. Peygamber'in (SAV) ümmetinin konağı O'nun sarayına konuk oldukları bir ev sahibi, bir sultandır." (Mesnevî, c. 5, s. 10).
Mevlânâ, Peygamber soluğunun hedeflediği kâmil imanın farkındaydı. Ona göre her müminin bir defteri vardır. Bu defter kar gibi bembeyaz ve tertemiz olan gönüldür. "Doğru" diyordu. Bembeyaz deftere bembeyaz kalemle yazmak lazımdı. Kimsenin okuyamayacağı şeyler yazmak lazımdı. Bir defter bilsindi bir de kalem neler yazıldığını. Başkası okuyamamalıydı.
ŞEMS YOK Kİ MEVLÂNÂ OLSUN
Coğrafyamız yeni Mevlânâ'lara zemin hazırlıyor. Çünkü irfan erbabı sinmiş, cübbesini yüzüne örtüp divane durmuş, insanlığın aymazlığından, dünya işleri kavgalarından, merhamet bilmezliğinden Rahman'a sığınmış. Şems yok ki Mevlânâ'lar olsun. Aşk yok ki "Fihi Ma Fih" olsun. Mevlânâ yok ki "Divan" olsun.
Bizi temizleyecek "Kevser"e muhtacız. "Zemzem"e hasretiz. "Ab-ı hayat" aradık, bizi ötelere taşıyacak. Hâlâ aramaktayız. Şimdi söyler misiniz bu kadar kıskanç, bu kadar insafsız, bu kadar tahammülsüz, bu kadar vefasız, bu kadar kavgacı, bu kadar bencil bir havadan Mevlânâ çıkar mı? Mevlânâ'lar çıkar mı? Nafile. Daha çok bekleyeceğiz. Hasretle.
'ARADIĞINI KENDİ İÇİNDE ARA'
Yola çıkan bir hak yolcusunun arkasından avazı çıktıkça sesleniyordu Mevlânâ: "İnsan çok latif bir kalbe sahiptir. İnsansan bir an olsun ara onu..." Sonra sesini duyamadığını anlamış olacak ki daha da yükseltiyordu sesini: "Ey yürüyüp giden dost. Aradığını kendi içinde ara."
Mevlânâ, İslam'ın bir gönül tutsağıydı. Köleliğe şiddetle karşıydı, ama o aşk kölesi olmaya hazırdı. "Canım bedenimde oldukça Kuran'ın kölesiyim. Seçilmiş kul Hz. Muhammed'in (SAV) yolunun toprağıyım. Kim bu söz dışında bir söz naklederse benden, ondan da o sözden de şikâyetçi olurum."
Halden anlamayanlardan şikâyetçiydi. Sevmeyi beceremeyenlerden şikâyetçiydi. Karamsarlıktan, ikilikten, vefasızlıktan, dost bulamamaktan, anlaşılamamaktan, sesini duyuramamaktan, "ben"den kurtulamamaktan şikâyetçiydi.
Dilerim ki önümüzdeki zamanlar bu anlamdaki çemberi kırabilmek için bizlere bir fırsat verir.
***
HZ. PEYGAMBERİMİZ VE HZ. ALİ'NİN RESİMLERİ
YAPILDI MI?
Peygamberimizin veya herhangi bir sahabenin resmi yapılmamıştır. Elimizde böyle bir resim yok. Hz. Ali'nin gerçek resmi de yok. Hz. Ali'nin elde bulunan resmi, gönülden geçen çizgilerin kâğıda yansıtılmış hâlidir.
Mezar yeri satın almak
dinen sakıncalı mı?
Mezar yeriyle ilgili bir problem varsa mezar için toprak satın alınmasında bir sakınca yoktur. Ancak sıradaki yeri satın almak yerine başkasının elinden güzel yeri satın almak suretiyle bir ayrımcılık yapmak haram olur. Bir de Hz. Ebubekir'in bir sözünü iletelim. Elinde kazma kendisine mezar hazırlamaya giden birine Hz. Ebubekir şöyle demişti: "Kendine mezar hazırlayacağına, kendini mezara hazırla."
Cennette uyku var mı?
Kesin bir bilgi olmamakla beraber "Cennette ölüm ve uyku yoktur" (Keşfül Hafa, 2/2868) şeklindeki rivayetten esinlenilerek cennette uyku olmadığı söylenmiştir. Çünkü uyku, yorgunluk ve bir ihtiyaçtan dolayıdır. Cennette ise böyle bir ihtiyaç olmayacaktır.
Cinlerden peygamber gelmiş
midir?
Âlimlerimizin çoğunluğuna göre cinlerden peygamber gelmemiştir. İnsanlardan gelen peygamberlere uymak cinler için de farzdı. Âlimlerden sadece Kelbi ve Vahidi'nin ilettikleri bir rivayette şöyle denir: "Hz. Âdem'den önce cinlere onlardan Yusuf isimli bir peygamber geldi ve cinler bu peygamberi öldürdüler. (Bedrüddin Şibli, Ahkamül Cân, 54). Bu konuyla ilgili Enam Suresi'nin 130. ayetine bakılabilir. Hz. Peygamber'in (SAV) lakaplarından bir tanesi de "İmam-us Sakaleyn" yani "İki İnsanlığın Peygamberi"dir. İki insanlıktan kasıt cinler ve insanlardır.