BEŞ yaşındaki çocuğun çilesini biliyorsunuz. Yolun bir kenarına atılmış bir çocuk. İşkence görmüş. Bekli de ölsün diye bırakılmış yolun bir kenarına. Sonra belediye görevlilerinden birisi donmadan önce bulmuş çocuğu. Mendilci bir çocuk ölesiye dövülüyor.
Peki, bu çocuğa neden işkence yapılmış? Kimler bu işkenceyi yapmış? İddiaya göre yaşıtları olan çocuklar işkenceyi yapmış. Mendil satan çocuklar. Bir çetenin(!) üyeleri. Çocuk çeteler. Bu olay her gün, ülkemizin her tarafında sık sık görülen ve "vakayı adiye, normal olay" diye nitelendirilmeye başlanan binlerce olaydan sadece birisidir. Bu olayı çözseniz, olayın esas faillerini bulsanız bile problemi çözemeyeceksiniz. Faillerini bulmakla problemin üstesinden gelmiş olamayız. Bu olayın altında yatan esas sıkıntıyı, esas problemi halletmemiz gerekmez mi?
Öyleyse problemlerimizi konuşmalıyız. Nedir problemimiz. Beş yaşındaki bir çocuğa neden işkence yapılır? Eğer bu çocuğa on, on beş yaşındaki çocuklar bizim bölgemizde mendil satma -ki benzeri olaylar hayli fazladır- gerekçesiyle işkence yapmışlarsa esas sıkıntı o zaman başlamış demektir. Zira ektiğimizi biçmeye başlamışız demektir. Kazanma hırsımız, zengin olma tutkumuz, köşeyi dönme çabamız, din vicdan, kanun ve akıl almaz tezgâhlarımız çirkin ürün vermeye başladı demektir. Bizim bu azgınlıklarımız çocuklarımıza işte böyle yansımaya başlıyor. Mahalle aralarında görülen çeteler, pompalı tüfeklerle hesaplaşmaya çalışan genç eşkıyalar bütün bunları para hırsıyla yapıyor değiller mi? Yani çocuklarımız bizlere benzemeye başlıyor. Biz haram yedikçe ve haram yedirdikçe onlara berbat bir dünya sunmaya başlıyoruz. Çocuklarımız, hırslarıyla, kavgalarıyla, hazımsızlıklarıyla, bizlere benzemeye başlıyorlar. Esas felaket budur işte.
Sadece İstanbul'da madde bağımlısı olduğu söylenen çocuğumuzun sayısı yirmi binin altında değil. Bütün bunları görmek zorundayız. Kendimizi düzeltmek zorundayız. Kendimizi hesaba çekmek, ahlaki zafiyetlerimizi tedavi etmek zorundayız. Manevi hastalıklarımız var. Onları gidermek zorundayız. Kalbimizi temizlemek zorundayız.
Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor: "Haberiniz olsun. İnsanın vücudunda bir lokmacık et parçası vardır. O et parçası iyi olduğunda bütün vücut
iyi olur. O et parçası bozulduğu zaman bütün vücut bozulur. Bilmiş olunuz ki o et parçası kalptir. (İbni Maceh, hadis No: 3984)
Kalbin şifası yüce Allah'ı (C.C) anmaktır. Yüce Allah'ın (C.C) geniş rahmetine sığınmaktır.
Boş konuşuyoruz. Dilimiz hasta. İfademiz hasta. Sözlerimiz hasta. Dedikodu günlük kalorimiz oldu sanki. Onsuz yapamıyoruz. Düşünmeden konuşuyoruz. İfade acizliği içindeyiz. Konuşurken yaralıyoruz. Gerçeğin peşinde değiliz, menfaatimizin ardındayız. Sevdiğimiz haksız da olsa, zalim de olsa, ondan yana oluyoruz. Günlük konuşmalarımızın içinde faydalı olan cümlelerin oran yüzde beş bile değildir. Bu hastalığımızın tedavisi de yine Hz. Peygamberin (s.a.v.) uyarılarındadır. O (s.a.v.) şöyle buyuruyor: "Adem oğlunun -insanın- iyiliği emretmek, fenalığı men etmek ve Allah'ı anmak dışında kalan bütün konuştuğu sözler onun aleyhindir. Lehinde değildir." (İbni Mace 3974)
Televizyonlara çıkan bazı insanları izleyiniz. Konuşmalarını etüt ediniz. İfadelerinin, sözlerinin kaçta kaçı faydalıdır. Kalıcı ve yararlı söz söyleyen insanların sayısı maalesef haylice azdır. Çoğu kez ortamı ve ortalığı gerginleştirmekten başka iş yapamıyoruz. Sözlerin tahrip gücünün silahlardan daha beter olduğunun farkında değiliz sanki.
Şöyle buyuruyor Peygamberimiz (s.a.v.): "Fitnelerden, karışıklıklardan uzak durunuz. Şüphesiz fitnelerde dil etki itibariyle kılıç darbesi gibidir." (İbni Maceh Hd. No: 3968)
Daha ne diyor Peygamberimiz (s.a.v.): "Kim Allah'a (C.C) ve ahiret gününe inanıyorsa hayrı söylesin veya sussun. Faydasız veya zararlı söz söylemesin." (İbni Maceh Hd. No: 3991)
Market basıyoruz, kısa yoldan zengin olmak için. Başkasının alın terini utanmadan, sıkılmadan, cebimize boşaltıyoruz. Kasiyeri oyalayıp tezgâhın üstündeki cep telefonunu çalacak kadar basitleşiyoruz. Bütün bunları polisiye tedbirlerle engelleyemeyiz. Bu ifadelerle de emniyetin veya sorumluların zafiyetine vurguda bulunmuyorum. Zira her dükkânın başına polis koyamazsınız. Çözüm bunda değil zira. Çözüm insanların ahlaki zafiyetlerini gidermektir. Emeğe saygıyı öğretmektir. Hırsızlığın her türünün haram olduğunu anlatmaktır. Bizi aldatanın bizden olmadığını hatırlatmaktır. Bu nevi ikazların pratiğe uygulanmasını sağlamaktır. Hz. Peygamberin (s.a.v.) tanımını verdiği gerçek Müslüman'ı inşa edemezsek, beş yaşındaki Bedreddin'lere; on, on beş yaşındaki çocuklar daha çok işkence yapmaya devam ederler. Dilenen Bedreddin'lere el atacağız, ona işkence yapan on, on beş yaşındaki çocukları da eğiteceğiz. Ama daha öncesinde kendimizi tedavi edeceğiz.
Peygamberimizin (s.a.v.) tanımını verdiği gerçek Müslüman kim mi? İşte cevabı:
"Müslüman o kimsedir ki insanlar malları ve canları bakımından ondan -kötülüğünden- güvendedirler. Muhacir de hataları ve günahları terk eden kimsedir." (İbni Maceh Hd. No: 3934)
Not: Star TV'deki programım hafta içi her sabah 08.00-09.30 saatleri arası devam etmektedir.
SORALIM ÖĞRENELİM
* Eve girerken veya çıkarken sağ veya sol ayakla girmek şartı var m? Cemal ÖNCÜ/MUŞ
Hz. Peygamber (s.a.v.) hayatımızın her kademesinde disiplin ifade eden emir veya tavsiyelerde bulunmuştur. Eve girerken sağ ayağıyla girer, çıkarken de sağ ayağıyla çıkardı. Eve girip çıkarken de dua ederdi. Şöyle ki: "Allah'ın adıyla çıkıyorum. Allah'ın adıyla giriyorum. Cahilce davranılmaktan, haksızlık yapılmaktan sana sığınırım" derdi.
* Kabir azabı var mı? Süreyya ÇAM/AYDIN
Kabir azabı ve kabir nimeti vardır. Şehitlerden bahsedilirken: "...Allah katında rızıklanıyorlar" (Ali İmran 169) buyruluyor. Nuh kavmi için "Suda boğuldular ve ateşe sokuldular" (Nuh, 25) buyruluyor. Ayrıca (İbrahim 27; Taha 24; Mümin 46) kabir azabına işaret eder. Bu konuda hadisler mevcuttur. Tercümesini verdiğim iki ayette de -Nuh 25; Ali İmran 16- şu anda nimetin ve azabın olduğunu görebiliyoruz. Ayrıca Peygamberimiz (s.a.v.) ileride kabir azabını inkar edecek insanların çıkacağını bir mucize olarak haber veriyor.
* Türbelerden şifa beklenir mi? Ümit SILA/İZMİR
Türbelerden şifa beklenmez. Şifa Allah'tan istenir. Ama türbe ziyareti usulüne uygun şekilde yapılırsa sevap olur. Zira türbe neticede mezarlıktır. Peygamberimiz (s.a.v.) mezar ziyaretini tavsiye ediyor. Ama bidatten uzak durarak bu ziyareti yapmalıyız. Orada dua edip ibret almalıyız.
* Gayrimüslim mezarlığına Müslüman gömülür mü? Cemre TAŞIR/ALMANYA
İhtiyaç halinde gayrimüslimlerin mezarlığına gömü yapılabilir. Bu esnada kıbleye dikkat etmek ve mezarın bir Müslümana ait olduğunu belli edecek bir sembol koymak faydalı olur.