Şimdi aktaracağım hadisi dikkatle okuyalım...
Hz. Huzeyfe aktarıyor: Hz. Ömer'in yanındaydık. Aniden şöyle bir soru sordu:
"Resulullah'ın fitne hakkındaki sözünü kim
hatırlıyor?" Öne atılıp "Ben hatırlıyorum" dedim. Bana dedi ki:
"Sen hayli cesursun! Söyle bakayım." Ben de anlatmaya başladım.
Resulullah şöyle buyurdu: Kişinin fitnesi (imtihanı) ailesinde, malında, çocuğunda, kendinde ve komşusundadır.
Sonra hadise şöyle devam ettim:
Kişinin tuttuğu oruç, kıldığı namaz, verdiği sadaka, iyiliği emredip kötülükten sakındırması ise bu fitnede kefaret olur.
Hz. Ömer,
"Ben bu fitneyi kastetmedim.
Ben, denizin dalgaları gibi dalgalanıp
bütün toplumu kuşatacak olan fitneden bahsetmiştim"
dedi.
Bunun üzerine ben, "Ey müminlerin emiri! O fitne ile sizin ne ilginiz var? O fitne ile sizin aranızda bir kapı var" dedim.
Bunu dinleyen Hz. Ömer şöyle sordu:
"Bu kapı (yani fitneye engel olan kapı) açılacak mı, kırılacak mı?
(Yani fitne kapının açılmasıyla mı, kırılmasıyla
mı sonuçlanacak?)" Ben dedim ki:
"Açılmayacak. Bilakis bu kapı kırılacak!" Bunu duyan Hz. Ömer hayıflandı,
"Eyvah o zaman, demek ki bu kapı bir daha
kapanmayacak şekilde kırık kalacak" cevabını verdi. O gün orada olanlar diyorlar ki: Biz, Huzeyfe'ye sorduk: "Ömer bu kapının (yani öldürecek kişinin) kim olduğunu biliyor muydu?" Huzeyfe bu soruya şöyle cevap verdi: "Evet biliyordu. Yarının güneşi doğmadan siz nasıl yarın güneşin doğacağını biliyorsanız Ömer de fitnelerin önündeki engelin -kapının- kim olduğunu öyle biliyordu. Ve şehit edileceğini anlamıştı." Huzeyfe diyor ki: "Ben Resulullah'ın ağzından çıkanı aktardım. Ben efsane anlatmadım.
Boş söz, kaynaksız laf etmedim." Oradakiler dediler ki: "Peki fitnenin önündeki engel, yani kapı kimdi?" Huzeyfe dedi ki: "O kapı Ömer'dir!"
(Buhari, Mevakit, 4: Savm, 3, Fiten, 17: Müslim, Fiten,
17, Tirmizi).
Hadis bir yönüyle Peygamberimizin geleceğe ait verdiği mucizevi bilgilerdendir.
Diğer açıdan da şer güçlerin İslam âleminin aleyhinde çevirdikleri tezgâhlara dair bir örnektir. Dün İslam âlemini rahatsız etmek için içeriden ve dışarıdan planlar kuranlar, bugün varlar, kıyamete kadar da olmaya devam edeceklerdir.
Hadis, Hz. Peygamber'in vefatından sonra meydana gelecek ve kıyamete kadar kapanmayacak bir kaos, bir karışıklık halini tasvir ediyor.
Güçlü insanların fitneye nasıl direneceklerini ve kötü gidişatı -yazgıyı- Allah'ın izniyle değiştirebileceğini anlatıyor.
Güçlü insan Hz. Ömer'di bu hadiste. Onun şehit edilmesiyle kapanmayan bir siyasi kaosun yolu açıldı.
Hz. Osman'ın şehit edilmesi, Hz. Ali'nin karşılaştığı zor hadiseler ve nihayetinde şehit edilmesi, Hz. Hasan'ın zehirlenerek şehit edilmesi, Hz. Hüseyin'in Kerbela faciası, Harre olayı, Medine'nin kuşatılması, Kâbe'ye yapılan mancınıklı saldırı ve bunun gibi yüzlerce dehşet veren elim sıkıntılar fitne kapısının kırılmasıyla yaşandı.
Belki -takdiri elbet Allah bilir- Hz. Ömer'in yazgısı böyle olmasaydı bu hadiseler başka türlü tecelli edecekti. Bilemeyiz. İhtimaller üzerine tarih yazılmaz elbette.
Bu hadiste ve benzeri rivayetlerde Hz. Peygamber'in haber verdiği bütün olaylar yaşandı. Şu soru aklınıza gelecektir:
"Peki, Hz. Ömer şehit edilmeseydi bunlar
yaşanacak mıydı?" Sahabe, Hz. Ömer'i koruyabilseydi yani! Demin belirttiğim gibi, elbette bilemeyiz.
Ama bildiğimiz o ki bu olay Hz. Peygamber'e bildirildiği gibi gerçekleşti.
Yani yüce Rabbimiz, Müslümanların bu zafiyetini biliyordu, olacağı biliyordu, bunun da haberini verdi. Tabii
"İş kaderde düğümleniyor. Madem yazgımız
böyledir, biz neden uğraşalım" denebilir.
Fakat bunu diyen bir sahabiye Hz. Peygamber'in verdiği cevabı unutmayalım:
"Allah, sizin amellerinize göre kaderi
yazıyor. Size düşen gayret etmektir." Kadere suçu atıp, kadere iftira
atıp kenarda gidişatı seyretmek değil.
Müslümanlar akıllı olur, değerlerini sahiplenir.
Ve en temiz ve doğruyu yaparlarsa kaderleri de öyle olur. Unutmayın, kaderi çizme yetkimiz olmasaydı (Cebriye'nin dediği gibi) hiçbir eylemimizden sorgulanmazdık.
Hz. Ömer'in şehit edilmesiyle sonuçlanan küresel tertip, İslam âleminin her bir coğrafyasında imkân bulundukça yeniden sahneye konulabilir.
Ama biz akıllı olur ve sahte dostların kurnaz tebessümlerine kanmazsak yazgımızı ona göre yazar yüce Rabb'imiz.
Önümüz aydınlık. Dünya değişiyor. Yeni nesiller inşallah zaman içinde doğruyu daha net görecekler. Yeter ki biz akıllı olalım. Dirliğimizi, birliğimizi. samimiyetimizi ıskalamayalım ve birbirimize güvenelim.
***
ŞİFA NİYETİYLE KUR'AN OKUTULABİLİR Mİ?
Gerek maddi gerek manevi her türlü hastalıkta tıbbi tedavi yöntemlerine başvurmak şarttır. Hz. Peygamber (SAV), "Ey Allah'ın kulları, tedavi olun" buyurmuştur. Başka bir sefer de "Allah her hastalığın tedavisini yaratmıştır" demiştir.
Kur'an-ı Kerim hem hidayet, hem mesaj hem de şifadır. Rahmettir, gönüllere bir sükûnettir. Yol göstericidir, kurtuluş reçetesidir. Bütün bunlardan ötürü hem Kur'an- Kerim'de hem de sahih hadislerde yer alan bütün dualar hastaya okunabilir. Kur'an-ı Kerim'de şifa niyetiyle okunan ayetler de mevcuttur. (Tevbe, 14; Şuara, 80; Nahl, 69.)
Ayrıca, hastanın yanında Kur'an okunduğunda hiçbir anlamını bilmese bile manen rahatladığını, vücuduna bir sükûnet geldiğini hepimiz biliyoruz ve görmüşüzdür. Allah'tan gelen ayetler elbette manevi bir huzur, rahatlama ve moral olacaktır. Kişi güzel bir hafızın Kur'an okuyuşunu dinleyince mest oluyor ve adeta kendini Rabb'inin huzurunda hissediyor. Samimi tövbesine ve günahlarından utanmasına vesile oluyor.
Peygamberimiz
hastaya nasıl dua ederdi?
Hz. Peygamber hastaya moral verir ve şöyle dua ederdi: "Ey sıkıntıları gideren Allah! Şifa ver. Ey Şafii olan Allah! Senden başka şifa veren yoktur. Hiçbir hastalık kalmayacak şekilde şifa ver."
Camilerde
sela okunuyor. Bu nedendir?
Aslında Asrı Saadet'te bugünkü gibi sela yoktu. Daha çok 1400'lü yıllarda (Memluk sultanları döneminde) sela okunmaya başlandı. Günümüzde de cumayı hatırlatma anlamında perşembe akşamları, gündüz cuma öncesi ve vefatlarda sela geleneği devam ediyor. Aslında gelenek olsa da dini kaynağı olan bir gelenektir. Zira "sela"nın anlamına bakarsanız Sevgili Peygamberimize övgü, dua ve çağrıdır. Yani anlamı şöyledir: "Ey Allah'ın elçisi. Selam sana olsun. Salat (esenlik) sana olsun. Ey en hayırlı kul! Sana ve diğer tüm peygamberlere selam ederim." Hemen hemen bütün salat ve selamlar bu mahiyettedir. Kur'an-ı Kerim'de Hz. Peygamber'e salat ve selam edilmesi emredilmiştir (Azhab, 56). Birçok hadiste de Hz. Peygamber'e salat ve selam edilmesi teşvik edilmiştir. Neticede salat ve selam Allah'ın Peygamberini hatırlatan güzel bir iştir. Manevi hazdır. Güzel sesli hafızların okudukları salat ve selam hangimizi etkilememiştir. Diğer açıdan cenaze için okunan selayla insanlar mahallede kimin vefat ettiğini de öğrenmiş oluyor.
Bir dilek
Allah'ım, benim ve benimle beraber bu duayı okuyan herkesin sıkıntılarını azalt ve hepsine huzur ve mutluluk ver. Bize iki âlemde saadet lütfet. Biz sana muhtacız. Varlığın bütün hazineleri senindir. Kereminle lütfet.
Müslüman kimdir?
Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Müslüman, Müslüman'ın kardeşidir. Ona zulmetmez. Onu düşmanına teslim etmez. Kim Müslüman kardeşinin bir ihtiyacını giderirse, Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim Müslüman'ı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu davranışı nedeniyle Allah da onu kıyamet günü sıkıntıların birinden kurtarır. Kim bir Müslüman'ın kusurunu örterse, Allah da kıyamet günü onun kusurunu örter." (Buhari, Müslim)
Bir ayet
"Bilesiniz ki kalpler ancak Allah'ın zikriyle huzur bulur." (Rad/18)
Bir hadis
Nerede olursan ol, Allah'a karşı gelmekten sakın. Yaptığın kötülüğün arkasından bir iyilik yap ki onu yok etsin. İnsanlara karşı güzel ahlakın gereğine göre davran. (Tirmizi, Birr, 55)